Rebelde e irreverente, la niña prodigio Gülseren se abre paso entre la soledad, el amor y la muerte a contracorriente del caos político y el cambio social.
Deli Dumrul is an epic character in Turkish literature. Dumrul fell in love with "Guncicek", one day Dumrul heard the Reaper took her soul. Dumrul wondered, who is the Reaper, then he challenged The Reaper.
Hüseyin is a young man who lives with his grandfather and grandmother in a village in Thracian Turkey. The two great loves of his life are his clarinet and Müjgan, a nurse. Although Hüseyin is content with his life, with his music and dreams of Mügan, due to an unexpected development he leaves his village. He ends up in Istanbul where he finds support first in his clarinet and then in the friendship of the singer Firuzan. Firuzan is a popular nightclub performer who is eagerly working on an album as she leads a colorful but complicated life. When Firuzan meets Huseyin, the course of events gives away to a hilarious adventure.
Mientras el líder de una banda recluta a un imitador de Superman con tendencias suicidas, una mujer ligada al grupo planea vengarse de sus miembros y de su nuevo héroe.
“Anlatacaklarım var! Vaaz vermek değil niyetim, duyduğumu söylemek. Söylemeye değer şeyler duyuyorum zira. Belki hayatı daha yaşanır kılmak için ya da belki sade, ama sade anlatmak için... Sen anlat dedi Tanrı bana, anlaşılsın diye değil, hiçbir mükafat istemeden anlat... Çünkü bir mükafattır artık bir anlatıcıya doğru düzgün anlaşılmak! Sen anlat dedi... Sen sade anlat! Umudu hatırlatsın diye umutsuzluğu, çareye yol açsın diye çaresizliği anlat... Ders verme dedi kimseye, çünkü hoca denmez öğrenmesini bitirene. Çırakları olan bir çıraktır usta, olsa olsa... Sen anlat dedi bana Tanrı, sen sade anlat.... “ Yılmaz Erdoğan, “Bana Bir Şeyhler Oluyor” oyununun kahramanı Hilmi Duran’a söylettiği bu sözlerle, yazar olarak neden böyle bir oyun yazmak zorunda kaldığını açıklamakla kalmıyor, aynı zamanda kahramanının da kimliğini ele veriyor.
The story takes place in a small town (called Hakkari) in Turkey at the beginning of the 70's. The time has come to bring technology into that small town. The first Television (or called Visiontele by the citizens) arrives and the chaos begins.